Fosil nedir?
Paleontolojiye düşkün olanlar muhtemelen fosilleşmenin ne olduğunu ve gerçek fosillerin ne olduğunu bilmektedirler. Fosilleşme, canlı organizmaları fosillere dönüştüren fiziksel ve kimyasal süreçlerin bir kompleksidir. Fosilleşmenin binlerce, hatta on binlerce yıl sürdüğü bilinmektedir. Ama gelin bu konuya daha yakından bakalım. Devam eden süreçleri, hangi koşulların gerekli olduğunu ve hangi benzersiz fosilleri bulabileceğimizi görelim.
Fosilleşme nedir?
Fosilleşme, canlı organizmaların dokularını minerallerle değiştirmenin uzun vadeli bir sürecidir. Bir hayvan veya bitki kalıntılarının gömülmesinden sonra, içlerindeki boşluklar yeraltı suyuyla doldurulmaktadır. Ardından ise, mineralizasyon yapılmaktadır. Bu şekilde, silt veya kum gibi çeşitli tortularla hızla kaplanan küçük organizmalar çok iyi korunurak uzun yıllar saklanabilmektedir. Mineralizasyon sayesinde, örneğin küçük kemirgenlerin ayrıntılı yapısı, kanat zarının organizasyonunun ayrıntılarına kadar incelemek mümkündür. Büyük organizmalar gerekli katmanlara hızlı bir şekilde kaplanmamaktadır. Gerekli fosilleşmenin gerçekleşmesi için uzun bir zaman geçmesi gerekmetedir. Bu nedenle, küçük kuşların tüy yapısını bilinmekte iken, büyük kemirgenler hakkında daha az şey bilinmektedir.
Fosillerin korunması aynı zamanda organizmanın var olduğu zamana da bağlıdır. Kayalar ne kadar eskiyse, o kadar fazla erozyon (yıkım) geçirmektedir. Bilinen su canlıları (540-485 milyon yıl önce) ve kara canlılarından (23-2,5 milyon yıl önce) birkaç kat daha küçüktü. Sonuç olarak, bu sayede günümüzde bulunan örneklerine göre birkaç kat daha az hayatta kalan su canlısı organizmasına sahibiz.
Fosilleşme için gerekli koşullar
Koşullar çok farklı olabilmektedir. Ancak vücudu çevrenin ve çeşitli mikroorganizmaların etkilerinden izole etmek önemlidir. Sıcak ve kuru çöller, buzlu araziler, ıslak bataklıklar veya kalın bir silt tabakasına sahip nehirler organizmaların güvenliği açısından ideal koşullara sahip olabilmektedir. Paleontologlar, hem permafrost hem de kumtaşı tabakalarında milyonlarca yıllık büyük hayvanların tam iskeletlerini bulmuşlardır. En etkileyici buluntulardan bir tanesi, iyi korunmuş damarları ve dokuları olan 130 milyon yıldan daha eski bir iguana beynidir. Şanslı bir tesadüf olacak ki, iguananın beyni dokular çürümeye ve bakteriler tarafından yok edilmeye başlamadan kısa bir süre önce bataklıkların asidik ortamında gömülü olarak bulunmuştur. Bu sayede bugün, DNA’larının bazı bölümlerinin restorasyonuna kadar iyi araştırmalar yapılabilmektedir. Ancak en şaşırtıcı buluntular 2017’de ortaya çıkmıştır.
Bazen, ölen bir hayvanın kalıntılarını yiyip bitiren bakterilerin aksine, onu korumamıza yardımcı olmaktadır. Örneğin bir balığın ölümünden sonra, ziyafete koşan çürüyen et üzerinde çeşitli organizmalardan oluşan bir katman oluşmaktadır. Bu durum da, balıklarla birlikte fosiller de tortularla kaplanmaktadır. Bulduğumuz taş üzerindeki siyah hayvan siluetleri, baskılı bakterilerden başka bir şey değildir.
Kehribar
Jurassic Park filmi bize antik organizmaların en güvenilir koruma kaynağı olduğunu göstermiştir. On milyonlarca yıllık böcek fosillerini bulmak günümüzde şaşırtıcı değildir. Ne kadar kan içerlerse içsinler ne yazık ki DNA altı milyon yıldan fazla dayanmamaktadır. Bu nedenle dinozorlarla birlikte kendi parkımızı oluşturamamaktayız. Ancak 2017’nin başlarında şaşırtıcı gelişmeler olmuştur. Aynı dönemde tarihlenen bütün bir tebeşir civciv ve tüylü bir dinozor kuyruğu kehribar sayesinde bulunmuştur. Tam bir fosil örneği olan bu fosil kalıntısı sayesinde, 100 milyon yıllık tüylerin yapısının en küçük ayrıntıları bile görülebilmektedir.
Organik madde ve izleri
Şaşırtıcı ama on milyonlarca yıl sonra sadece taşlar değil, bazı organik maddeler veya izleri de günümüzde keşfedilmektedir. 2000’lerin başında, Mary Schweizer, 68 milyon yıldan daha eski bir Tyrannosaurus rex’in kalıntılarıyla ilgili bir çalışmanın sonuçlarını yayınlamıştır. Dinozorun sadece yumuşak dokularının yapılarını değil, aynı zamanda kemik ve kıkırdakta bulunan protein kolajeninin de günümüze kadar geldiğini belirtilmiştir. Sadece birkaç on yıl önce bu hayal bile edilemezdi. Dinozorların melanozomlarının (melanin ve diğer pigmentleri depolayan bir organ) bulguları da şaşırtıcı değildir. Bu yöntem ile bazı Mezozoik hayvanların yaklaşık rengi bilinmektedir.
Canlı fosil Gruplarını saklama
Dev hayvanların kötü korunmuş olmasına rağmen, bazen iyi durumdaki bütün büyük hayvan grupları fosilleri incellenmektedir. Bu nasıl olur? Kim bilir belki hayvanlar yanlış yolu seçip katran gölüne hapsolmuşlardır. Ya da yırtıcılar, kurbanlarını herkesin bir ağızdan boğulduğu bir bataklığa sürüklemiştir. Belki de yumurtaları kuluçkaya yatırırken tüm aileyi bir baskınla kaplayan bir tür felaket olmuştur.
Örneğin; 66 milyon yıl önce şimdi Hell Creek Formasyonu olarak bilinen alan, kil tabanlı nehirler, akarsular ve bataklıklar açısından zenginmiş. Bu durum da zengin ve kaliteli mezarların bulunmasına katkıda bulunmuştur. Bir örnek daha verecek olursak gelgit veya yağmurlar sırasında, bazı yerler de su seviyesi güçlü bir şekilde yükselmektedir. Ancak su çekilir çekilmez bazı su birikintileri nehirlerden ve göllerden izole edilmektedir. Orada ortada kalan ise, paleontolog’ların zevkine göre balıklar ve kaplumbağalar olarak ortaya çıkmaktadır.
“Fosil nasıl oluşmaktadır?” sorusuna cevap olarak şunu diyebiliriz;
Fosilleşme veya taşlaşma, ölü organizmaların kalıntılarını ve yaşamsal aktivitelerinin izlerini, çeşitli dokuların ve bazen de organik moleküllerin izlerini içeren karmaşık bir mineral yapıya dönüştürmek için uzun vadeli bir fizikokimyasal süreçtir. Dönemin koşulları fosilleşme için ne kadar elverişliyse ve zaman çizelgesi boyunca bize ne kadar yakınsa, bu zaman hakkında o kadar ilginç detaylar öğrenilebilmekte ve aktarılabilmektedir.